24 Ocak 2017 Salı

Genç Bir Doktorun Anıları Kitap Yorumu/MIHAIL BULGAKOV📚

"Köyde büyük tecrübeler kazanılabilir," diye düşünüyordum uykuya dalarken, "fakat okumak, okumak ve daha çok okumak gerek..."


Merhaba Arkadaşlar,
Genç Bir Doktorun Anıları,tıp fakültesinden yeni mezun olmuş tecrübesiz bir insanın doktorluğunun ilk zamanlarındaki anılarından oluşan sürükleyici bir kitaptı.

Yeni mezun olmuş bir insanın herhangi bir tecrübesi olmadan bir köye tayin edilmesi ve burada tek doktor olarak insanları tedavi etmeye çalışması.Yazar eğitim sistemini bir güzel eleştirmiş ki haklı olaraktan:)
İcra bir köyde yalnızca hastalıklarla değil insanların batıl inançlarıyla da uğraşan genç doktorumuz korkularının,tecrübe sahibi olmayışının üstesinden gelebilecek mi?Bunu okursanız öğrenirsiniz:)
Genç doktorumuzun anılarından oluşan yedi başlığın ardından iki başlıkta da doktorumuzu ilgilendiren çevresinde gelişen hikayeler okuyoruz.
Yazar anılarını anlatırken kendi iç sesini,düşündüklerini de eklemiş bu kitaba güldürücü,akıcı hava katmıştı.Okurken doktorumuza aynı duyguları paylaşıyoruz,aynı tehlikeleri yaşıyoruz.Kısaca kitap çok samimi ve bir dostunuzu dinler gibisiniz.Bu türü çok seviyorum.
Doktorlukla ilgili terimler de vardı,bunun akıcılığı bozacağı düşünülebilir ama benim okumamı olumsuz etkilemedi.Bu kişiden kişiye değişebilir ama çok boğucu ve zor kelimeler kullanılmamıştı.
Benim çok sevdiğim bir kitap oldu.İlginizi çekerse kesinlikle okumanızı tavsiye ederim:)
Herkese keyifli okumalar dilerim..



<ARKA KAPAK:Devrim zamanı Rusya… Karakışı aratmayacak kadar soğuk, kasvetli bir eylül günü, tıp fakültesinden yeni mezun olmuş bir doktor, şehirde çoktan unutulmuş geleneklerin ve boş inançların hüküm sürdüğü uzak bir kasabaya gelir. Devrim, büyük şehirlerin merkezlerinde hayatı ve zihniyetleri altüst ederken, bu genç doktor ülkenin ücra bir bölgesinde kadercilikle ve batıl inançlarla zorlu bir mücadeleye girişir. Zor bir doğum, hassas bir cerrahi müdahale, uzaktaki bir hastaya ulaşabilmek için şiddetli bir kar fırtınasına rağmen göze alınan bir yolculuk, ağrılarını dindirmeye çalışırken morfinman olan bir meslektaş… Genç doktorun gündelik hayatında karşılaştığı bütün zorlu sınavlar, Bulgakov'un elinde olağanüstü güçlü bir anlatımla, dram sınırlarında gezinen bir dokunaklılıkta öykülere dönüşür.>


“Akıllı insanlar mutluluğun sağlığa benzediğini çok önceden fark etmiştir: Mutluyken fark etmezsiniz; ama yıllar geçtikçe, geçmişte kalan mutluluğunuza ilişkin anılar, ah, anılar!..”

21 Ocak 2017 Cumartesi

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat Kitap Yorumu/STEFAN ZWEIG📚


Merhaba Arkadaşlar,Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat,Stefan Zweig'den okuduğum üçüncü kitap.Olağanüstü Bir Gece'deki gibi bunda da burjuva hayatı yaşayan soylu bir insanın,bu sefer bir kadının yirmi dört saat içerisindeki değişen hayatını,hislerini okuyoruz.

Betimlemeler,kullandığı kelimeler her biri ayrı ayrı etkiledi beni.Okurken resmen etkisi altına alıyor yazar.Çok ince bir kitap olmasına rağmen arada bir ara verme gereği duydum. Uzun betimlemeler vardı.İnsan tutkularını,duygularını derinlemesine betimlemelerle büyük bir ustalıkla yazmış Zweig. İnsanda içkin saplantıların ve dayanılmaz arzuların,hislerin etkisi..

Herkes gibi benim de hayranlık duyduğum bir yazar Stefan Zweig.Kesinlikle tanışmanızı tavsiye ederim.Tüm kitaplarını okumak ümidiyle:)



"...ben bir bireyim, neden gönüllü olarak savcı rolünü üstlenmem gerektiğini anlamıyorum. Ben savunmadan yanayım. Şahsen insanları infaz etmektense onları anlamayı seviyorum."


"Yalnızca tutkunun ne olduğunu hiç bilmeyen insanlar,nadiren bu duyguyu tattıklarında,belki de bu kadar çığ gibi ani,kasırgaya benzer tutku patlamaları yaşıyorlar."


"Yalnızca kısa bir süre,bir an için bu acı dizlerimin bağını öyle çözdü ki nefessiz,cansız ve sanki ölecekmiş gibi bir duyguyla o banka yığılıp kaldım.Ama dediğim gibi bütün acılar korkaktır,yaşama karşı duyulan aşırı arzu karşısında acı geriler;çünkü yaşama arzusu,düşüncelerimizde var olan ölüm arzusundan çok daha güçlü şekilde bedenimizin her zerresinde mevcuttur."



17 Ocak 2017 Salı

Bizim Büyük Çaresizliğimiz Kitap Yorumu/BARIŞ BIÇAKÇI📚



Merhaba arkadaşlar,
Barış Bıçakçı'dan okuduğum üçüncü kitap Bizim Büyük Çaresizliğimiz.
Kitapta iki yakın dostun Ender ve Çetin'in kendilerinden çok küçük,doğumuna tanıklık ettikleri bir kıza,arkadaşlarının kardeşine, aşık olmaları üzerine hisleri anlatılıyor.Konusu rahatsız ediciydi kardeşleri yaşındaki bir kıza aşık olmaları hoş bir şey değildi ama ben anlatımı beğendim.Yapmacıklıktan uzak,büyülü bir anlatımı var yazarın.Okurken çok samimi bir dostunuzun derdini dinler gibi içiniz burkuluyor.Anlatım,betimlemeler,cümleler hepsi hayattan birer parça.Günümüz insanının duygusal çıkmazlarını,insan ruhunu tamamen farklı naif bir dille anlatıyor yazar.Kitap Ender'in ağzından anlatılıyor.Dostu Çetin'e açıklamalar yapıyor kendince.Öyle büyük bir dostluk var ki kitapta,kıskanıyorsunuz.
Ben genel olarak baktığımda en çok büyülü bulduğum anlatımı beğendim.Ama konusu gereği herkese hitap etmeyecek bir kitap olduğunu da söylemeden geçmeyeyim.

Barış Bıçakçı ismini çok duyduğum bir yazar.Eğer henüz herhangi bir kitabını okumadıysanız bu kitapla başlamanızı öneririm.Diğer okuduğum kitaplarına göre daha rahat okudum.
Herkese keyifli okumalar dilerim:)

"Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?"

"Beni zayıf düşüren, algılarımı çarpıtan bir ilişki böylece başlamıştı. Benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum."

12 Ocak 2017 Perşembe

İnci Kitap Yorumu/JOHN STEINBECK📚


Merhaba arkadaşlar,John Steinbeck'den Fareler ve İnsanları okumuştum daha önce.Çok etkilemişti beni Linnie ve George. İnci de Kino'nun öyküsü de aynı şekilde etkiledi.Sürükleyici ve masalsı bir tat var bu yazarın kitaplarında.

Kitapta fakir bir inci avcısının umutlarına,var olma direncine tanıklık ediyoruz.Masalsı bir tat dedim çünkü her şeyin türkü şeklinde hissedildiği bir yaşam var.Ailenin türküsü,kötülüğün türküsü,incinin türküsü gibi..Bu anlatıma bir tat katmıştı. John Steinbeck çalışarak var olmaya çalışmış hayatta.Ve çalışarak hayatta var olmaya çalışanların emeklerini,karşılaştıkları zorlukları yakından gözlemleme imkanına sahip olmuş.Kitaplarında kendi yaşadıklarının izleri var.Çağımızın toplumsal ve insani meselelerini konu edinmiş.Emekçilerin yaşam koşullarını ve ilişkilerini kendi deneyimleriyle okuyuculara başarılı bir şekilde aktarmayı başarmış. Pulitzer ve Nobel edebiyat ödüllerini kazanması bunun en büyük kanıtıdır sanırım.
Kino'nun, oğlu ve ailesi için kötülüğe karşı verdiği mücadeleye tanıklık etmek isterseniz okuyun derim.Aynı zamanda hiç kaybolmayan umuda..

"Oğlum okumayı öğrenecek, bütün o kitapları okuyacak. Oğlum yazmayı öğrenecek ve yazacak. Oğlum sayıları öğrenecek. Bütün bunlar bizi özgür kılacak, çünkü o bilgilenmiş olacak, bizler de ondan öğreneceğiz."

"...konuşmak salt alışkanlıktan doğuyorsa ne gereği vardı ki."


<Pulitzer ve Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen John Steinbeck’in çağımızın toplumsal ve insani meselelerini ustalıkla resmettiği eserleri modern dünya edebiyatının başyapıtları arasında yer alır. Tomris Uyar’ın sunuş yazısında belirttiği gibi, “İnsanoğlunun umudunun, var olma direncinin seyreldiği bir tarih anında olanca görkemiyle gerçek umudun türküsünü söylemiştir. Tozpembe olmayan gerçekçi bir umudun.” Bu nedenle eserleri edebi değerleri kadar güncelliklerini de hiç yitirmemiştir. 
Bir Meksika halk hikâyesinden esinlenmiş İnci, bir zamanlar İspanya Kralı’na büyük zenginlikler getiren bir koyda yaşayan fakir bir inci avcısının, Kino’nun ve ailesinin hikâyesini anlatır. Kino’nun çocuğunu kurtarmak umuduyla daldığı denizden çıkardığı eşi benzeri görülmemiş inci, yalnızca umut değil yıkım da getirecektir. İncinin özü insanların özüne; Kino’nun kulaklarında çınlayan ve kasabaya yayılan İncinin Türküsü, ailenin, kötülüğün, umudun ve düşmanlığın türküsüne karışacaktır. 
Steinbeck, Kino’nun derinliklerden söküp çıkardığı inci ile içinde yaşadığımız dünyaya ve insanın dramına ışık tutuyor.>

9 Ocak 2017 Pazartesi

Aşk Ve Ölüm Üzerine/PATRICK SÜSKIND📚

"Aşk, hiçbir ölümlünün yakasını kurtaramayacağı bir güçtür ve aşkın ışığı bazen ölüler diyarının en karanlık köşelerine bile sızabilir."



Merhaba arkadaşlar,kitap kısa bir deneme türüydü. Patrick Süskind merak ettiğim yazarlardan biriydi.Koku kitabını bir çoğunuz biliyorsunuzdur,okumadım ama filmini izlemiştim.Çok ilginçti,kitabını da okumayı düşünüyorum ilerleyen zamanlarda.

Aşk ve Ölüm Üzerine'yi kütüphaneden alıp okudum,aşk ve ölüm yan yana gelince bir çekici göründü gözüme alıp okumak istedim yazarı da merak ettiğimden.

Kitapta mitolojiden,usta yazarlardan,örneklemelerden yararlanılarak aşk ve ölüm üzerine çıkarımlarda bulunulmuştu.Tanımlardan çok çeşitli yazarların,kitapların incelemeleri yer alıyordu.Batı felsefesine,dini ve mitolojik ögelere çeşitli yorumlar getirmiş yazar.Kısa olmasına rağmen yavaş okunan bir kitaptı.Çok yabancı terimler yoktu ama yine de anlamakta zorlandığımı söylemeden edemeyeceğim.Kitaptan çok daha farklı şeyler bekliyordum ama arka kapaktaki örneklerin ayrıntılarından başka bir şey yoktu.Bir saatte okunacak kısa bir kitap,deneme sevenler okuyabilir ama bana çokta hitap etmedi.
Herkese keyifli okumalar:)



<Patrick Süskind, aşkın izini sürdüğü denemesinde geçmişten günümüze Batı'nın düşünce, kültür ve edebiyat dünyasının yönünü belirlemiş İlkçağ düşünürlerini, mitolojik ve kurmaca kahramanlarını ve yazarları yanına alarak duygu dünyasına doğru düşünsel bir yolculuğa çıkartır okurunu. Aşk nasıl tanımlanagelmiştir? Sokrates'in Phaidros'ta ifade ettiği gibi bir coşkunluk hali, bir tür delilik midir aşk? Yunan düşünürün Diotima'ya söylettiği gibi "doğurmanın, güzel içinde yaratmanın sevgisi" midir gerçekten de? Stendhal'in betimlediği gibi ölümle doğal bir ilişki içinde midir? Yoksa düpedüz ahmaklık mıdır? Süskind bu ve bunun gibi soruların peşine düşerken bir yandan gündelik yaşantılarımızın deneyimlerine yöneltir bakışını, diğer yandan aşkın tarihsel rotalarında gezinir: Aşk ile ölümü uzlaştırma girişiminde bulunan Orpheus; hayatında Eros'a yer vermeyen, bunun yerine mutlak iktidara tutkun bir İsa figürü; aşk ölümlerini tümden romantikleştiren 19. yüzyıl âşıkları; 21. yüzyılın hızlı âşıkları Süskind'in yazı düzleminde buluşturulur.

Süskind'in zaman zaman sivri bir alaya uzanan muzip bir ironiyle kaleme aldığı metni, Batı kültürünün aşkı anlamlandırma, deneyimleme ve sanat düzleminde ölümsüzlüğe kavuşturma tarihine ilişkin bir yeniden okuma denemesidir aynı zamanda. 
(Tanıtım Bülteninden)>


7 Ocak 2017 Cumartesi

Sineklerin Tanrısı Kitap Yorumu/WILLIAM GOLDİNG📚


"Sineklerin Tanrısı kahkahalar atarak ," Sen biliyordun değil mi? Sizlerin bir parçası olduğumu biliyordun?(...) Her şeyin bozulmasının nedeniyim ben . Bunu biliyorsun değil mi?"




Merhaba arkadaşlar,
İş Bankası Kültür Yayınları Modern Klasikler serisinin ilk kitabı Sineklerin Tanrısı'nı okudum.Kitap atom çağında savaştan kurtarılmaya çalışılan bir grup çocuğun daha güvenli alanlara gönderilirken uçaklarının kaza yapması sonucu bir mercan adasına düşmeleriyle başlıyor.Yaşları 6-12 arasında olan çocuklar adayı resmen bir cehenneme dönüştürüyorlar.
Çocuklar konu edinildiği için bir çocuk kitabı olarak algılanabilir ama sakın küçük çocuklarınıza okutmayın zira bir canavar yetiştirebilirsiniz.
Kitap akıcıydı,merakla okudum.Kitabın başlığındaki Sineklerin Tanrısı insanın içindeki kötülüğü simgeliyordu.Çocukların benliklerini kaybetmeleri,hırsa,hükmetmeye,iktidarın gücüne kapılmaları ve giderek daha da kötüye gitmeleri..
İkinci dünya savaşı sırasında yazılan bu kitap çok büyükte bir eleştiri aslında.
Bu kötülük,vahşilik çocukların üzerinden anlatılarak daha çarpıcı bir şekilde okuyuculara sunulmuştu.Her bir karakter farklı duyguları,kesimleri simgeliyordu.Her karakterden farklı dersler çıkarılabilir.
Ralph , Jack , Domuzcuk ...Her bir karakter beni çok düşündürdü.Ve ciddi anlamda iz bırakan kitaptı.Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim..En kısa zamanda filmini de izleyeceğim..



"Sineklerin Tanrısı", günümüzde bir atom savaşı sırasında, ıssız bir adaya düşen bir avuç okul çocuğunun, geldikleri dünyanın bütün uygar törelerinden uzaklaşarak, insan yaradılışının temelindeki korkunç bir gerçeği ortaya koymalarını dile getirir. Konusu, R. M. Ballantyne'ın Mercan Adası gibi eşsiz bir mercan adasının cenneti andıran ortamında başlayan bu roman, çağdaş toplumlardaki çöküntünün, insan yaradılışındaki köklerini göz önüne sermek amacıyla Mercan Adası'ndaki duygusal iyimserlikten apayrı bir yönde gelişir. Uygar insanın yüreğinde gizlenen karanlığı deşerken "Sineklerin Tanrısı"; daha çok Conrad'ın kısa romanı "Karanlığın Yüreği"ni andırır. Golding'in romanındaki çocuklar da başlangıçta tıpkı Kurtz gibi, uygar toplumun baskılarından uzak bir örnek düzen kurmak isterlerken, gitgide hayvanlaşır, korkunç bir kişiliğe bürünürler. Bu yönüyle Sineklerin Tanrısı'nın Mercan Adası ile öbür ıssız ada serüvenlerinden ayrıldığı en önemli nokta, ıssız ada yaşamının çetin güçlüklerini ya da mutluluğunu anlatmaktan daha çok, bir insanlık durumunu, kişiler arasındaki çatışma aracılığıyla ortaya koymaya çalışmasıdır."(ARKA KAPAK)


"Sanki iktidar, bilekleriyle dirsekleri arasındaki kabaran kaslarına yerleşmişti. Sanki otorite, küçük bir maymun gibi omuzuna tünemiş, kulağının dibinde geveze geveze konuşuyordu."


"Dahası da var. Kimi zaman benim de umurumda değil. Ya ben de ötekiler gibi olursam.. Ya ben de umursamazsam. O zaman ne oluruz biz ?"


"Birinden korkunca ondan nefret edersiniz ama boyuna da düşünüp durursunuz onu. Kendi kendinizi aldatırsınız; aslında kötü değildir dersiniz. Ama onu görünce, tıpkı nefes darlığına tutulmuş gibi olursunuz, soluk alamazsınız."


"Belki... bir canavar vardır… Belki o sadece biziz."