13 Temmuz 2016 Çarşamba

Doğunun Limanları Kitap Yorumu /AMİN MAALOUF 📚


“Doğunun Limanları” bir zamanlar Avrupalıların doğuya giriş yaptıkları, tespih taneleri gibi sıralanan ticaret kentlerine verilen isimdir. “Doğunun Limanları” kelime anlamı olarak “Doğunun Merdivenleri” olup, bazı Akdeniz limanlarına Fransızların taktığı isimdir.


Yazarı insanların milliyetlerinden çok onların insan olmalarının ve kardeş gibi yaşamalarının gerektiği düşüncesinde olduğu görülmektedir.
Kitabın yazarı olan Amin Maalouf bu kitabı 60’lı yılların sonuna doğru tanıştığı bir kişinin hayatından esinlenerek yazıyor.


Arka kapaktan,
"Adana da ayaklanmalar olmuştu.Kalabalık,Ermeni mahallesini yağmalamıştı.Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların rovası gibi bir şeydi.Ama bu bile dehşetti.Yüzlerce ölü.Belki de binlerce."


Çok sürükleyici ve samimi bir anlatımla yazılmış.Okurken hiç sıkılmadım ve daha uzun olmasını dilerdim. İsyan Kitabdar’ın hayat hikayesi...Yazıldığı döneme tanıklık ediyoruz.
Kitaptaki en sevdiğim alıntıyı paylaşayım."İnsanların her zaman kullandıkları "kendi aralarında" iken sarf ettikleri kelimeleri,"Dikkat filanca Yahudidir","Falanca Hristiyandır","Feşmekan Müslümandır" uyarıları üzerine sansür etmelerine,içerlerdi." "Onun görevi,aynı büyük serüvenin içinde yer alan bu adamlara insanca davranmaktır."
Herkesin ihtiyacı olan bu fikirlere bu kitapta rastlamak beni sevindirdi.İnsanlığın her zaman süregelen sorunu...

Kısaca konusunu özet geçeyim.Spoiler olarak nitelendirebilirsiniz.Okumayanların bu kısmı okumamasını tavsiye ederim.Olaylar bir Osmanlı prensesinin aklını yitirmesiyle başlar .Kitabdar adlı Acem doktor tedavi amacıyla onu Adana’daki evine götürür.Tedavi sürecini hızlandırmak için onunla evlenmeyi tercih eder.Bir çocukları olur.Her türlü düzene isyan eden bu prens bir gün Adana’da çıkan ayaklanmalar nedeniyle en iyi arkadaşı olan Nubar adlı bir Ermeni ile Lübnan, Beyrut’a gider.Burada Nubar'ın kızı ile evlenir.İki oğlu ve bir kızı olur.Ortanca çocuğu İsyan,babasının hayalleri üzerine verilen isim..İsyan okumak için gittiği Pariste kendi isteği dışında birdenbire kendini savaşın içinde bulur.Bunun ileride yazgı olduğuna kanaat getirir. Dedesi Nubar, İsyan’a Ermenice ‘Abaka’ yani gelecek anlamına gelen bir isim takmıştır. Zamanla bu ad “Bakü’ye” dönüşür. Direniş sırasında bu adı kullanır ve anılır.Savaş sırasında tanıdığı Clara ile savaş bittikten sonra yakınlık kurarlar.Ayrıca savaştan sonra Beyrut’a dönen Kitabdar bir kahraman olarak karşılanır. Clara ile evlenmeye karar verirler.Evlendikten sonra Hayfa ve Beyrut arasında gidip gelen çift, Clara hamileyken Hayfa’da kalmayı tercih ederler. 1948’de Kitabdar’ın babasının rahatsızlığı üzerine Beyrut’a dönüşü sırasında patlak veren Arap-Yahudi savaşı nedeniyle birbirlerinden ayrı kalırlar. Bu ayrılık Kitabdar’ın hayatını değiştirir.Bu savaş nedeniyle Kitabdar karısını ve doğacak çocuğunu uzun süre göremez. Onların sağlığından duyduğu endişe, onu bir takım psikolojik sorunların içine iter.kardeşi Salem onu sadece zengin hastaların bulunduğu bir tımarhaneye kapattırır. İsyan, her gün onu uyuşturacak, deli olmasa bile onu deli gibi gösterecek sakinleştirici bir ilaç almak zorunda bırakılır. Yaklaşık yirmi yıl boyunca bu tımarhaneye kapalı kalan ve uyuşturulan isyan artık kurtulmanın imkansız olacağını düşündüğü sırada kızı Nadya onun izini bulur ve hastane yöneticilerine anlaşılmaması için farklı bir kimlikle onu ziyaret eder. Bu Kitabdar için bir kurtuluş kaynağıdır. Artık kızının varlığından güç almaktadır. Kitabdar Nadya’yı bir kez görmüştür. Ancak çevresinden gelen nasihatlere uyarak, kız bir daha babasına gelmemiştir. Bu Kitabdar için üzücü bir olay olsa da onu hayata geri dönme arzusundan mahrum bırakmamıştır. Kahve içinde verilen uyuşturuyucuyu daha az alarak hergün biraz daha kendine gelir.1976’da Lübnan da çıkan çatışmalar sırasında fırsatını bulup, yaşadığı hastaneden kaçan Kitabdar bir şekilde Paris’e gider ve orada Bertrand’ı bulur. Tüm yaşadıklarını anlatarak ondan Clara’nın adresini ister. Clara’dan 28 yıl sonra hiçbir şey bekleyemeyeceğini bilmesine rağmen yine de ona bir mektup yazar ve başından geçen her şeyi anlatır. Ondan cevap beklemiyordur, yıllar önce buluştukları bir limanda randevu verir.Kitap burada gerçek zamana dönüyor.Yazar bütün hikayeyi İsyan’ın sözünü kesmeden dinler. Buluşma yerine İsyan’dan habersiz gider. Clara’nın gelip gelmeyeceğini merak etmiştir.  Beklenilen gün ve saatte Clara gelir.
Başta da dediğim gibi daha uzun olmasını isterdim Clara ve İsyan yıllar sonra evlendikleri yerde buluştuklarında sarılmaları ile bitiyor.Bende derinden izler bıraktı....



ALINTILAR

“Her kökten insanın yaşadığı Doğu limanlarında, yan yana yaşanan ve dillerin birbirine karıştığı o dönem, geçmişin anımsanması mı? Geleceğin habercisi mi? Bu düşü görenler, geçmişe bağlı olanlar mı yoksa geleceği hayal edenler mi?”


“Ölüme son çare olarak bakmalısın. Hiç kimsenin seni alıkoyamayacağını bil.
Ama ölüme gidebileceğin için onu yedekte tut; sonuna kadar."




Diyelim ki gece bir kabus gördün. Bunun bir kabus olduğunu bilirsin ve kurtulmak için başını biraz
oynatman yeter. Her şey daha basit, daha dayanılır hale gelir ve bir bakarsın en
korktuğun şeyden zevk alır olmuşsun. Hayat seni korkutuyorsa, içini yakıyorsa,
en yakınların çirkin maskeler takmışsa…

Hayat budur de, ikinci kez çağırılacağın bir oyun olduğunu söyle. Zevk verici ve acı çektirici bir oyun, inanç ve aldatmaca oyunu, maskeler oyunu. Onu sonuna kadar oyna, ister oyuncu
olarak, ister izleyici olarak. İzleyici olman daha iyi, içinden kolay çıkarsın.
“Son Kurtuluş Çaresi” yaşamama hep yardımcı olmuştur. Elimin altında olduğu
için, bu çareye hiç başvurmadım.
Ama ahiretin direksiyonu elimin altında 
olmasaydı, kendimi tuzağa düşmüş hisseder ve bir an önce kaçmaya bakardım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder